Merhaba arkadaşlar.Bu yazımda sizlere sevdiğim bir şairin hayatını kısaca özetlemeye çalışıcağım.Şiirlerini gerçekten beğeniyorum.Güzel bir uslubu var.Ve derinden manalar ifade ediyor.Tabi bu bana göre, sizlere ne şekilde hitap ettiğini bilemem.Sadece sevdiğim için paylaşmak istedim.Sevdiğim bir şiirini de yazının altına koyacağım... HAYATI (1955 -) |
![]()
Ahmet Selçuk İlkan 1955 yılında Adana'da doğdu.İlk ve orta öğrenimini ayrı yerde tamamladı.Lise yıllarında yazdığı ve çeşitli sanat dergilerinde yayınlanan şiirleri ile dikkat çekti.1973 yılında yüksek öğrenimini tamamlamak üzere Almanya'nın Berlin şehrine gitti. Berlin Teknik Üniversitesinde Mİmarlık eğitimini sürdürürken bir yandan da sanat çalışmalırana devam etti.
1975 yılında Hayat Dergisi'nin düzenlediği 'Aşk' konulu şiir yarışmasında 'Hatırlar mısın? ' isimli şiiriyle ilk birincilik ödülünü kazandı. 1976 yılında Mimarlık öğrenimini yarım bırakarak Türkiye'ye döndü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi ve 1980 yılında mezun oldu.1978 yılında profesyonel olarak şarkı sözü yazarlığına da başlayan İlkan'ın şarkıları o dönemin popüler sanatçıları seslendirdi.İlk şarkıları şunlardır: Ya Seninle Ya Sensiz, Gözler Kalbin Aynasıdır, Ayrılık Kolyesi, Neredesin Ey Talih, Artık Ne Duamsın Ne Bedduam, Bayramın Olsun vs. Bu güne kadar Türk müzik dünyasının en ünlü bestekâr ve yorumcuları ile çalışan İlkan'ın 1000'in üzerinde eseri bulunmaktadır, bunlardan ilk akla gelen; Islak Mendil, Tahta Masa, Kahır mektubu, Anılar, Bir PazarGünü, Sabahçı Kahvesi, Hatıram olsun, Bir Gülü Sevdim, Ya Seninle Ya Sensiz, Gözler Kalbin Aynasıdır, Sevdalıyım, Eyvah-Çaykarası, Çocukların Günahı Ne, Ben Ne İnsanlar Gördüm, Bana Sor Yalnızlığı, Eskici, Seninle Aşkımız Eski Bir Roman, Bir Cennettir Bu Dünya, Kurşuna Gerek Yok, Selam Olsun, BizimSokaklar, YineBugün Sensiz, Bir Evet Yeter, Seni Sana Emanet Ediyorum, Ya Benimsin Ya Toprağın, Sana Hasret Gideceğim, Liselim, Mastika ve diğerleri... Ahmet Selçuk İlkan'ın bir başka özelliği Türk müzik dünyasında ilk melodi şiir akımını başlatmış olmasıdır. Mum Işıgında (Ayten) isimli şiir albümü 1982 yılında piyasaya sürüldüğünde yepyeni bir akım ayak seslerini beraberinde getiriyordu.1991 yılında ilk şiir klibini çeken İlkan'ın bu güne kadar yayınlanmış 8 tane şiir albümü bulunuyor. |
ESERLERİ |
Mum Işığında (Ayten) 1982, Şiir Gözlüm (Fahriye Abla) 1984, Bak Bir Erkek Ağlıyor 1986, Bir Beyaz Karanfil 1988, O Adam Benim 1990, Seni Arıyorum 1992, Şairler Ağlamaz 1997, Ayrılıkların Şairi (Asi Bir Tutku) 2000, Son Romantik 2002
Sen Vurdun Da
Yokluğunda ne ateşleri hasretinle yaktım da
Bir seni yakamadım, beni yaktığın gibi
Çölde su, mahpusta gün, oruçta ekmek gibi bekledim seni
Yasaklar koydun
Bitmez tükenmez engeller koydun
Şimdi nerdesin diye sakın sorma
Sen çağırdın da ben gelmedim mi
Sen varken darılmazdım çiçeksiz baharlara
Yağmurlu havalara
Bu kasvetli akşamlara darılmazdım
Sen varken
Bakıp içlenmezdim tren istasyonlarına
Otobüs duraklarına
Sen varken ayrılanlara ağlamazdım
Yıkılmazdım biten sevdaların ardından
Gidenlere kırılmazdım
Kalanlara acımazdım
Sen varken böyle üşümezdim-titremezdim
Masumdum, çocuklar gibi
Böyle delirmezdim-küfretmezdim
Hele ölmeyi hiç düşünmezdim
Şimdi soruyorum sana
Adı sevdaysa bu cehennemin
Sen yaktın da ben yanmadım mı
Biliyorsun
Bütün acılarına yeşil ışık yaktım olmadı
Bütün korkularına arka çıktım olmadı
Dağlara merdiven dayadım olmadı
Haziranda kar oldum yağdım avuçlarına olmadı
Sevdim olmadı, yandım olmadı, taptım olmadı
Benden artık pes
Bu aşkın biletini istediğin gibi kes
Nasılsa gidiyorsun
Biliyorum git
Ama ardında
Ağlayan bir çift göz
Paramparça bir yürek
Ve yıkılmış bir dağ görmek istemiyorsan
Çek silahını daya sırtıma
Titrersem namerdim
Sen vurdun da ben ölmedim mi
Ahmet Selçuk İlkan
|
Anasayfa » Biyografiler
Biyografiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Biyografiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ahmet Selçuk İlkan

Kanunî Sultan Süleyman Han
27 Nisan 1495 tarihinde Trabzon'da dünyaya gelen Kanuni’nin babası Yavuz Sultan Selim, annesi de Hafsa Hatun'du. Babası tarafından küçük yaşlarından itibaren yetiştirilmeye başlanan Kanuni, çok iyi bir tahsil gördü. İlk eğitimini annesinden ve babaannesi Gülbahar Hatun'dan alan Kanuni, yedi yaşına gelince öğrenimine devam etmesi için İstanbul Kanatlarımın Altında'a, dedesi Sultan II. Bayezid'in yanına gönderildi. Süleyman, İstanbul’da Karakızoğlu Hayreddin Hızır Efendi'den aldığı tarih, fen, edebiyat ve din derslerinin yanı sıra, savaş teknikleri konusunda da öğrenim görüyordu.
Birkaç sene babası Yavuz Sultan Selim'in yanında kalan Şehzade Süleyman, 1509’da kanunlar gereği sancak istemesi üzerine, önce Şarki Karahisar'a oradan da Bolu, kısa bir süre sonra da annesinin doğum yeri olan Kırım’daki, Kefe sancakbeyliğine atandı.
Yavuz Sultan Selim'in 1512'de tahta geçmesi üzerine İstanbul'a çağırılan ve babasının kardeşleriyle mücadeleleri sırasında İstanbul'da kalarak babasına yardım eden Süleyman, bu dönemde Saruhan sancakbeyliği de yaptı. Yavuz Sultan Selim'in ölümü üzerine, 30 Eylül 1520'de 25 yaşındayken Osmanlı tahtına geçen ve kardeşleri arasında tek erkek çocuk kendisi olduğu için tahta geçişi kolay ve kavgasız olan Süleyman, hükümdar olmasından bir yıl sonra Belgrad'ı Osmanlı topraklarına kattı.
Babasının yaptığı yeniliklerle sağlamlaşmış temeller üzerinde duran bir devletin başına geçen Kanuni, iç bunalımlarla çok uğraşmasına gerek kalmadan Batı dünyasını inceleme ve Osmanlı’yı gözlemlerine dayanarak geliştirme fırsatını buldu.
Yavuz Sultan Selim döneminde Mısır'ın alınmasının ardından, Şam Valisi olarak atanan Canbirdi Gazeli'nin çıkardığı ilk isyanla başlayan bir dizi isyanı kontrol altına almaya çalışan Kanuni, amacı Memlük Devleti'ni yeniden kurmak olan Canbirdi Gazeli’yi, Ocak 1521’de Dulkadiroğulları’ndan Şehsuvaroğlu Ali Bey komutasındaki Osmanlı kuvvetleriyle bozguna uğratılarak yakalattı ve idam ettirdi. Takip eden yıllarda yine Mısır'da sadrazamlık hakkının kendisinde olması gerektiğini savunan Ahmet Paşa, Anadolu'da Safeviler'in desteğiyle ortaya çıkan Kalender Çelebi ve 1527’de vergi sistemini bahane ederek ayaklanan Baba Zünnun isyanlarıyla uğraşan, Kanuni Sultan Süleyman, çıkarılan bütün isyanları başarıyla bastırıldı.
Kanuni döneminde Avrupa'nın en güçlü devleti olan Roma-Germen İmparatorluğu hükümdarı Şarlken, Macaristan'a hakim olabilmek amacıyla, Macar Kralı II.Lui ile yakın ilişkilere sahipti. II. Lui, Şarlken'e güvenerek vergilerini ödemiyor ve kendisine gönderilen Osmanlı elçilerini öldürtüyordu. Bunun üzerine, Kanuni harekete geçti ve Belgrad, karadan ve Tuna Irmağı’ndan kuşatıldı. 29 Ağustos 1521’de ele geçirilen şehre, Belgrad Muhafızı olarak Balı Paşa getirildi. Kanuni Sultan Süleyman'ın ilk fethi olan bu olay sonrasında, İstanbul'a gönderilen bazı Belgrad’lılar kurulan Belgrad köyüne yerleştirildi. Belgrad'ın fethinin önemli olmasının bir başka sebebi de bundan sonraki seferler açısından, Osmanlı’nın Avrupa'ya açılan en büyük kapısı olmasıydı.
Alman İmparatoru Şarlken'in, fikirlerine karşı çıkan Fransa Kralı François'yı esir almasının ardından, François’nın annesi Düşes Dangolen’in yardım istemesi üzerine, Barboros Hayreddin Paşa’yı Fransa'nın Akdeniz kıyısındaki Nice şehrine gönderen Kanuni, Şarlken'in donanmasını alt ederek, hem Fransa'yı hem de Fransız Kralı’nı kurtardı.
Daha sonra François’nın da baskılarıyla Şarlken'e karşı savaş açmaya karar veren Kanuni, orduyu Tuna Nehri’nden geçirerek Macaristan'a soktu. 29 Ağustos 1526 tarihinde I. Viyana Kuşatması’nın ardından Macar ordusuyla Mohaç'ta yapılan savaş sonunda Budin alındı. Macaristan Osmanlı topraklarına katıldı ve başına Macar soylularından Jan Zapolya getirildi.
Macaristan'ın fethi, Osmanlı’yı Avusturya ile karşı karşıya getirdi. Macaristan'ın Osmanlı hakimiyetine girmesini istemeyen Avusturya Dükü Ferdinand’ın, Şarlken'in de desteğiyle Jan Zapolya'yı tanımayarak ve Budin'e girmesinin ardından karşı sefere çıkan Kanuni, Budin'i geri aldı. Tekrar savaşa girmeyi göze almayan Ferdinand ve Şarlken’in Avusturya'nın başkenti Viyana'ya çekilmelerinin ardından 26 Eylül 1529 tarihinde Viyana kuşatıldı. Ancak kış mevsimine girilmesi nedeniyle 16 Ekim’de kuşatma kaldırıldı. Osmanlı’nın, Viyana kuşatmasından bir sonuç elde edememesine rağmen, Macaristan'daki durumunu güçlendirmesinin ve Avrupa'nın karşı saldırı yapmasını engellemesinin ardından, Kanuni'ye bir elçi göndererek, vergi karşılığında Macaristan'ın kendisine verilmesi isteğinin kabul edilmemesi neticesinde Ferdinand Budin'i kuşattı.
Bunun üzerine Almanya seferine çıkan ve Budin'i geri alıp Estergon'a kadar ilerleyen Osmanlı ordusu, Avusturya ve Almanya içlerine akınlar düzenledi. Yedi ay süren Almanya seferi sırasında Avusturya'da bir çok kasaba, şehir ve kale fethedildi. Fetihlerin ardından Ferdinand’ın barış istemesi sonucunda 22 Temmuz 1533 tarihinde imzalanan İstanbul Antlaşması ile bir süreliğine Ferdinand ve Şarlken'in hem Macaristan hem de tüm Avrupa'yı ele geçirme çabalarının önüne geçilmiş oldu. Ancak Ferdinand'ın Macaristan’dan vazgeçmeye niyetli değildi. Ferdinand’ın Budin'i tekrar kuşatmasının ardından 1540 yılında Macaristan seferine çıkan ve Budin'e giren Kanuni’nin, Sigismund'u Erdel Beyliği'ne ataması ve Macaristan'ı Osmanlı Devleti'ne bağlı Budin eyaleti haline getirmesinin ardından Süleyman Paşa bu bölgenin beylerbeyliğine atandı. Avusturya'nın elinde sadece Kuzey Macaristan'ın kaldığı bu sefer sonrasında, Osmanlı-Macaristan, Almanya, Avusturya ilişkileri Kanuni'nin ölümüne kadar devam etti.
Kanuni Sultan Süleyman’ın Avrupa'ya yönelmesini değerlendirmek isteyen Safevi Devleti, doğuda Osmanlı İmparatorluğu için tehlike yaratmaya başladı. Avrupa'da İstanbul Antlaşması’yla geçici de olsa barışı sağlamasının ardınan, İran üzerine ilk seferine çıkan ve Azerbaycan, Tebriz ve Hamedan’ı alan Kanuni, Irakeyn seferiyle de 1534 senesinde Bağdat’ı ele geçirdi.
Kanuni'nin Avusturya'ya sefer düzenlemesinden yararlanmak isteyen Safevi Şahı Tahmasb’ın, kardeşinin Osmanlılar’a sığınmasını öne sürerek, Tebriz, Nahçıvan ve van'ı ele geçirmesi üzerine Kanuni, ikinci kez İran’a sefer düzenledi. 1548’de seferden Van ve Tebriz geri alınmış olarak dönüldü. 1553 yılında tekrar saldırıya geçen Safeviler, Doğu Anadolu'da ilerleyerek mus'a kadar gelip, Erzurum'u kuşattılar. Bu olay üzerine üçüncü İran seferine çıkan Kanuni’nin, Revan, Nahçıvan ve Karabağ'ı almasının ardından Şah Tahmasb'ın isteği üzerine barış yapıldı ve 1555’de Amasya Antlaşması imzalandı. Osmanlı İmparatorluğu ve İran arasında yapılan ilk resmi antlaşma özelliğini taşıyan antlaşma sayesinde, Yavuz Sultan Selim döneminden beri devam eden İran sorunu çözüme kavuşurken, Doğu Anadolu, Tebriz ve Bağdat Osmanlı hakimiyetinde kaldı.
Denizciliğe önem verilen Kanuni döneminde Rodos Adası, St Jean Şövalyeleri’nin elindeydi. Korsanlık yaparak denizlerde huzuru bozan ve Türk donanmasına zarar veren Şövalyeler’i durdurmak için 1522 yılında düzenlenen seferle Rodos ele geçirildi.
Cezayir’in 1516'da Baba Oruç ve kardeşi Barbaros Hayreddin Paşa tarafından İspanyollar’dan alınmasının ve 1518 senesinde Barbaros Hayreddin’in, Cezayir'in başına geçmesinin ardından Kanuni, 1533 senesinde Barbaros Hayreddin Paşa'yı İstanbul'a çağırarak Kaptan-ı Derya'lığa getirdi. Böylece, Cezayir Osmanlı topraklarına katılmış oldu. Osmanlı Donanması’nın başına geçen Barbaros, daha sonra Ege Denizi'nde Venedik’lilerin elinde bulunan adaları aldı. Osmanlı Devleti tarihine geçmiş denizcilerden biri olan, Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa, Kuzey Afrika'yı da ele geçirdi.
Osmanlılar’ın Akdeniz'de kuvvetlenmeleri ve tüm Ege denizine hükmetmeleri Avrupa'yı harekete geçirirken, devam eden Avusturya ve Macaristan seferleri büyük bir Haçlı donanması hazırlanmasına neden oldu. Venedik ve Ceneviz'liler dışında Malta, Portekiz ve İspanya'ya ait gemilerin de bulunduğu Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasıyla, 27 Eylül 1538'de Preveze Körfezi'nde yapılan savaşta, Barbaros Hayreddin Paşa komutasındaki Osmanlı donanması büyük bir zafer elde etti. Tarihe Preveze Deniz Zaferi olarak geçen bu savaş sonunda, Akdeniz’in hakimiyeti tamamen Osmanlı’nın eline geçti.
1541’de Haçlı donanması Cezayir'e saldırdıysa da Osmanlı donanması karşısında bozguna uğradı. Barbaros tarafından yetiştirilen Turgut Reis Trablusgarb'ı karadan ve denizden kuşatarak aldığı seferle, 1551’de Bingazi de Osmanlı Devleti topraklarına dahil oldu.
Turgut Reis'in, İspanyollar'a ait olan Cerbe Adası’nı kuşatmasının ardından, Andrea Doria komutasındaki bir Haçlı donanması İspanyol güçlerine yardıma geldi. Savaş sonrasında kazanılan zaferle Cerbe Adası 1559 yılında Osmanlı’nın oldu.
1522 yılında, Rodos'un fethinin ardından Malta'ya yerleştirilen St. Jean Şövalyeleri’nin, Osmanlı için bir tehlike oluşturması sebebiyle, Trablus ve Cezayirin güvenliği için Malta'nın alınması gerekiyordu. Ancak 1565 senesinde çıkılan ve Turgut Reis’in hayatını kaybettiiği kuşatma başarılı olmadı.
Coğrafi keşiflerin ardından sömürge arayışlarının başlamasının, Portekiz ve İspanya gibi devletleri sömürge elde etmeye yöneltmesi, Kızıldeniz ve Hint ticaret yollarına hakim olmaya çalışmaları ve Ümit Burnu’nun keşfi, Osmanlılar’ın baharat ticaretine büyük darbe vurdu. Bu sebeplerden ötürü Kanuni döneminde, dört kez Hint deniz seferi düzenlendi. Ancak Osmanlı donanmasının okyanus şartlarına uygun olmaması nedeniyle bu seferlerden hiçbiri tam başarıyla sonuçlanmadı. Ancak Yemen, Eritre, Sudan sahilleri ve Habeşistan'ın bazı bölgeleri Osmanlı topraklarına katıldı. Arap yarımadası tamamen Osmanlı denetimine girerken, Kızıldeniz’de de Osmanlı egemenliği sağlandı.
1551 yılında düzenlenen İkinci Hint Seferinde Osmanlı donanmasının başında bulunan Piri Reis, bu sefer sırasında Maskat'ı alarak Portekiz donanmasını bozguna uğrattıysa da, donanmayı Basra'da bırakıp ganimetlerle geri döndüğü için Mısır'da idam edildi.
1520 – 1566 seneleri arasında tahtta kaldığı 46 yıllık dönemde babası Yavuz Sultan Selim'den 6.557.000 km kare olarak devraldığı Osmanlı topraklarını 14.893.000 km kareye çıkaran Kanuni Sultan Süleyman saltanatı döneminde mimari çalışmalara da önem verdi. Yavuz Sultan Selim tarafından temelleri atılan İstanbul'daki Sultan Selim Camii'ni tamamlamasının yanı sıra döneminde, Gebze'de Çoban Mustafa Paşa Camii ve Külliyesi, Afyon Sincanlı Sinan Paşa Camii, Bozöyük Kasım Paşa Camii gibi yapılar da inşa edildi.
Kanuni döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli ve tanınmış mimarı Mimar Sinan da pek çok esere imza attı. Halep Hüsrev Paşa Camii, İstanbul Haseki Külliyesi, İstanbul Şehzade Camii ve Medresesi, Üsküdar Mihrimah Camii, İstanbul Süleymaniye Camii ve Külliyesi, Tekirdağ Rüstem Paşa Camii ve Külliyesi, Silivri Kapı İbrahim Paşa Camii, İstanbul Rüstem Paşa Camii, İstanbul Sinan Paşa Camii, Topkapı Kara Ahmet Paşa Camii ve Külliyesi, Fındıklı Molla Çelebi Camii, Babaeski Semiz Ali Paşa Camii, Büyükçekmece Kanuni Sultan Süleyman Külliyesi ve Köprüsü, Süleymaniye Tekkesi bunlardan en önemlileri arasındadır.
Ciddiyeti, iradesi, ve kendine güveniyle tanınan Kanuni, etraflı düşünür, verdiği emirden asla geri dönmezdi. Kendisine "Kanuni" denmesinin sebebi, yeni kanunlar koymasından değil, mevcut kanunları kayda geçirip, çok sıkı bir şekilde uygulamasından dolayıydı. Batı kaynakları ve tarihçileri de, büyük ve kudretli vasfindan dolayı kendisini “Muhteşem” ve “Büyük” (Magnificent, Magnifique, Der Practige, Grand Turc) gibi isimlerle andılar.
Adaletli bir padişah olarak bilinen Kanuni, Mısır’dan gelen vergiyi fazla bulup, halka zulm ettiği gerekçesiyle Mısır Valisi’ni görevden alması gibi örneklerle bu yönünü ortaya koyuyordu. Avrupa tarihçilerinin Muhteşem Süleyman şeklinde andıkları Kanuni, büyük dedesi Fatih Sultan Mehmed gibi birçok seferde ordusunu bizzat yönetti. Devlet adamı vasıflarının beraberinde, Kanuni aynı zamanda ünlü bir şairdi.
Son seferi olan Macaristan seferinde Zigetvar Kalesi’ni kuşatan Kanuni’nin, 7 Eylül 1566 tarihinde, kuşatma devam ederken ölmesine rağmen kale fethedildi. Kanuni Sultan Süleyman’ın cenazesi Mimar Sinan'a yaptırdığı Süleymaniye Camii'nin avlusundaki türbeye gömüldü. Daha sonra karısı Hürrem Sultan da buraya gömüldü.
II. Selim, Bayezid, Abdullah, Murad, Mehmed, Mahmud, Cihangir, Mustafa adlarında sekiz erkek çocuğu ve Mihrimah Sultan, Raziye Sultan adında da iki kız çocuğu olan Kanuni’den sonra tahta, Hürrem Sultan’dan olan oğlu II. Selim geçti.
Birkaç sene babası Yavuz Sultan Selim'in yanında kalan Şehzade Süleyman, 1509’da kanunlar gereği sancak istemesi üzerine, önce Şarki Karahisar'a oradan da Bolu, kısa bir süre sonra da annesinin doğum yeri olan Kırım’daki, Kefe sancakbeyliğine atandı.
Yavuz Sultan Selim'in 1512'de tahta geçmesi üzerine İstanbul'a çağırılan ve babasının kardeşleriyle mücadeleleri sırasında İstanbul'da kalarak babasına yardım eden Süleyman, bu dönemde Saruhan sancakbeyliği de yaptı. Yavuz Sultan Selim'in ölümü üzerine, 30 Eylül 1520'de 25 yaşındayken Osmanlı tahtına geçen ve kardeşleri arasında tek erkek çocuk kendisi olduğu için tahta geçişi kolay ve kavgasız olan Süleyman, hükümdar olmasından bir yıl sonra Belgrad'ı Osmanlı topraklarına kattı.
Babasının yaptığı yeniliklerle sağlamlaşmış temeller üzerinde duran bir devletin başına geçen Kanuni, iç bunalımlarla çok uğraşmasına gerek kalmadan Batı dünyasını inceleme ve Osmanlı’yı gözlemlerine dayanarak geliştirme fırsatını buldu.
Yavuz Sultan Selim döneminde Mısır'ın alınmasının ardından, Şam Valisi olarak atanan Canbirdi Gazeli'nin çıkardığı ilk isyanla başlayan bir dizi isyanı kontrol altına almaya çalışan Kanuni, amacı Memlük Devleti'ni yeniden kurmak olan Canbirdi Gazeli’yi, Ocak 1521’de Dulkadiroğulları’ndan Şehsuvaroğlu Ali Bey komutasındaki Osmanlı kuvvetleriyle bozguna uğratılarak yakalattı ve idam ettirdi. Takip eden yıllarda yine Mısır'da sadrazamlık hakkının kendisinde olması gerektiğini savunan Ahmet Paşa, Anadolu'da Safeviler'in desteğiyle ortaya çıkan Kalender Çelebi ve 1527’de vergi sistemini bahane ederek ayaklanan Baba Zünnun isyanlarıyla uğraşan, Kanuni Sultan Süleyman, çıkarılan bütün isyanları başarıyla bastırıldı.
Kanuni döneminde Avrupa'nın en güçlü devleti olan Roma-Germen İmparatorluğu hükümdarı Şarlken, Macaristan'a hakim olabilmek amacıyla, Macar Kralı II.Lui ile yakın ilişkilere sahipti. II. Lui, Şarlken'e güvenerek vergilerini ödemiyor ve kendisine gönderilen Osmanlı elçilerini öldürtüyordu. Bunun üzerine, Kanuni harekete geçti ve Belgrad, karadan ve Tuna Irmağı’ndan kuşatıldı. 29 Ağustos 1521’de ele geçirilen şehre, Belgrad Muhafızı olarak Balı Paşa getirildi. Kanuni Sultan Süleyman'ın ilk fethi olan bu olay sonrasında, İstanbul'a gönderilen bazı Belgrad’lılar kurulan Belgrad köyüne yerleştirildi. Belgrad'ın fethinin önemli olmasının bir başka sebebi de bundan sonraki seferler açısından, Osmanlı’nın Avrupa'ya açılan en büyük kapısı olmasıydı.
Alman İmparatoru Şarlken'in, fikirlerine karşı çıkan Fransa Kralı François'yı esir almasının ardından, François’nın annesi Düşes Dangolen’in yardım istemesi üzerine, Barboros Hayreddin Paşa’yı Fransa'nın Akdeniz kıyısındaki Nice şehrine gönderen Kanuni, Şarlken'in donanmasını alt ederek, hem Fransa'yı hem de Fransız Kralı’nı kurtardı.
Daha sonra François’nın da baskılarıyla Şarlken'e karşı savaş açmaya karar veren Kanuni, orduyu Tuna Nehri’nden geçirerek Macaristan'a soktu. 29 Ağustos 1526 tarihinde I. Viyana Kuşatması’nın ardından Macar ordusuyla Mohaç'ta yapılan savaş sonunda Budin alındı. Macaristan Osmanlı topraklarına katıldı ve başına Macar soylularından Jan Zapolya getirildi.
Macaristan'ın fethi, Osmanlı’yı Avusturya ile karşı karşıya getirdi. Macaristan'ın Osmanlı hakimiyetine girmesini istemeyen Avusturya Dükü Ferdinand’ın, Şarlken'in de desteğiyle Jan Zapolya'yı tanımayarak ve Budin'e girmesinin ardından karşı sefere çıkan Kanuni, Budin'i geri aldı. Tekrar savaşa girmeyi göze almayan Ferdinand ve Şarlken’in Avusturya'nın başkenti Viyana'ya çekilmelerinin ardından 26 Eylül 1529 tarihinde Viyana kuşatıldı. Ancak kış mevsimine girilmesi nedeniyle 16 Ekim’de kuşatma kaldırıldı. Osmanlı’nın, Viyana kuşatmasından bir sonuç elde edememesine rağmen, Macaristan'daki durumunu güçlendirmesinin ve Avrupa'nın karşı saldırı yapmasını engellemesinin ardından, Kanuni'ye bir elçi göndererek, vergi karşılığında Macaristan'ın kendisine verilmesi isteğinin kabul edilmemesi neticesinde Ferdinand Budin'i kuşattı.
Bunun üzerine Almanya seferine çıkan ve Budin'i geri alıp Estergon'a kadar ilerleyen Osmanlı ordusu, Avusturya ve Almanya içlerine akınlar düzenledi. Yedi ay süren Almanya seferi sırasında Avusturya'da bir çok kasaba, şehir ve kale fethedildi. Fetihlerin ardından Ferdinand’ın barış istemesi sonucunda 22 Temmuz 1533 tarihinde imzalanan İstanbul Antlaşması ile bir süreliğine Ferdinand ve Şarlken'in hem Macaristan hem de tüm Avrupa'yı ele geçirme çabalarının önüne geçilmiş oldu. Ancak Ferdinand'ın Macaristan’dan vazgeçmeye niyetli değildi. Ferdinand’ın Budin'i tekrar kuşatmasının ardından 1540 yılında Macaristan seferine çıkan ve Budin'e giren Kanuni’nin, Sigismund'u Erdel Beyliği'ne ataması ve Macaristan'ı Osmanlı Devleti'ne bağlı Budin eyaleti haline getirmesinin ardından Süleyman Paşa bu bölgenin beylerbeyliğine atandı. Avusturya'nın elinde sadece Kuzey Macaristan'ın kaldığı bu sefer sonrasında, Osmanlı-Macaristan, Almanya, Avusturya ilişkileri Kanuni'nin ölümüne kadar devam etti.
Kanuni Sultan Süleyman’ın Avrupa'ya yönelmesini değerlendirmek isteyen Safevi Devleti, doğuda Osmanlı İmparatorluğu için tehlike yaratmaya başladı. Avrupa'da İstanbul Antlaşması’yla geçici de olsa barışı sağlamasının ardınan, İran üzerine ilk seferine çıkan ve Azerbaycan, Tebriz ve Hamedan’ı alan Kanuni, Irakeyn seferiyle de 1534 senesinde Bağdat’ı ele geçirdi.
Kanuni'nin Avusturya'ya sefer düzenlemesinden yararlanmak isteyen Safevi Şahı Tahmasb’ın, kardeşinin Osmanlılar’a sığınmasını öne sürerek, Tebriz, Nahçıvan ve van'ı ele geçirmesi üzerine Kanuni, ikinci kez İran’a sefer düzenledi. 1548’de seferden Van ve Tebriz geri alınmış olarak dönüldü. 1553 yılında tekrar saldırıya geçen Safeviler, Doğu Anadolu'da ilerleyerek mus'a kadar gelip, Erzurum'u kuşattılar. Bu olay üzerine üçüncü İran seferine çıkan Kanuni’nin, Revan, Nahçıvan ve Karabağ'ı almasının ardından Şah Tahmasb'ın isteği üzerine barış yapıldı ve 1555’de Amasya Antlaşması imzalandı. Osmanlı İmparatorluğu ve İran arasında yapılan ilk resmi antlaşma özelliğini taşıyan antlaşma sayesinde, Yavuz Sultan Selim döneminden beri devam eden İran sorunu çözüme kavuşurken, Doğu Anadolu, Tebriz ve Bağdat Osmanlı hakimiyetinde kaldı.
Denizciliğe önem verilen Kanuni döneminde Rodos Adası, St Jean Şövalyeleri’nin elindeydi. Korsanlık yaparak denizlerde huzuru bozan ve Türk donanmasına zarar veren Şövalyeler’i durdurmak için 1522 yılında düzenlenen seferle Rodos ele geçirildi.
Cezayir’in 1516'da Baba Oruç ve kardeşi Barbaros Hayreddin Paşa tarafından İspanyollar’dan alınmasının ve 1518 senesinde Barbaros Hayreddin’in, Cezayir'in başına geçmesinin ardından Kanuni, 1533 senesinde Barbaros Hayreddin Paşa'yı İstanbul'a çağırarak Kaptan-ı Derya'lığa getirdi. Böylece, Cezayir Osmanlı topraklarına katılmış oldu. Osmanlı Donanması’nın başına geçen Barbaros, daha sonra Ege Denizi'nde Venedik’lilerin elinde bulunan adaları aldı. Osmanlı Devleti tarihine geçmiş denizcilerden biri olan, Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa, Kuzey Afrika'yı da ele geçirdi.
Osmanlılar’ın Akdeniz'de kuvvetlenmeleri ve tüm Ege denizine hükmetmeleri Avrupa'yı harekete geçirirken, devam eden Avusturya ve Macaristan seferleri büyük bir Haçlı donanması hazırlanmasına neden oldu. Venedik ve Ceneviz'liler dışında Malta, Portekiz ve İspanya'ya ait gemilerin de bulunduğu Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasıyla, 27 Eylül 1538'de Preveze Körfezi'nde yapılan savaşta, Barbaros Hayreddin Paşa komutasındaki Osmanlı donanması büyük bir zafer elde etti. Tarihe Preveze Deniz Zaferi olarak geçen bu savaş sonunda, Akdeniz’in hakimiyeti tamamen Osmanlı’nın eline geçti.
1541’de Haçlı donanması Cezayir'e saldırdıysa da Osmanlı donanması karşısında bozguna uğradı. Barbaros tarafından yetiştirilen Turgut Reis Trablusgarb'ı karadan ve denizden kuşatarak aldığı seferle, 1551’de Bingazi de Osmanlı Devleti topraklarına dahil oldu.
Turgut Reis'in, İspanyollar'a ait olan Cerbe Adası’nı kuşatmasının ardından, Andrea Doria komutasındaki bir Haçlı donanması İspanyol güçlerine yardıma geldi. Savaş sonrasında kazanılan zaferle Cerbe Adası 1559 yılında Osmanlı’nın oldu.
1522 yılında, Rodos'un fethinin ardından Malta'ya yerleştirilen St. Jean Şövalyeleri’nin, Osmanlı için bir tehlike oluşturması sebebiyle, Trablus ve Cezayirin güvenliği için Malta'nın alınması gerekiyordu. Ancak 1565 senesinde çıkılan ve Turgut Reis’in hayatını kaybettiiği kuşatma başarılı olmadı.
Coğrafi keşiflerin ardından sömürge arayışlarının başlamasının, Portekiz ve İspanya gibi devletleri sömürge elde etmeye yöneltmesi, Kızıldeniz ve Hint ticaret yollarına hakim olmaya çalışmaları ve Ümit Burnu’nun keşfi, Osmanlılar’ın baharat ticaretine büyük darbe vurdu. Bu sebeplerden ötürü Kanuni döneminde, dört kez Hint deniz seferi düzenlendi. Ancak Osmanlı donanmasının okyanus şartlarına uygun olmaması nedeniyle bu seferlerden hiçbiri tam başarıyla sonuçlanmadı. Ancak Yemen, Eritre, Sudan sahilleri ve Habeşistan'ın bazı bölgeleri Osmanlı topraklarına katıldı. Arap yarımadası tamamen Osmanlı denetimine girerken, Kızıldeniz’de de Osmanlı egemenliği sağlandı.
1551 yılında düzenlenen İkinci Hint Seferinde Osmanlı donanmasının başında bulunan Piri Reis, bu sefer sırasında Maskat'ı alarak Portekiz donanmasını bozguna uğrattıysa da, donanmayı Basra'da bırakıp ganimetlerle geri döndüğü için Mısır'da idam edildi.
1520 – 1566 seneleri arasında tahtta kaldığı 46 yıllık dönemde babası Yavuz Sultan Selim'den 6.557.000 km kare olarak devraldığı Osmanlı topraklarını 14.893.000 km kareye çıkaran Kanuni Sultan Süleyman saltanatı döneminde mimari çalışmalara da önem verdi. Yavuz Sultan Selim tarafından temelleri atılan İstanbul'daki Sultan Selim Camii'ni tamamlamasının yanı sıra döneminde, Gebze'de Çoban Mustafa Paşa Camii ve Külliyesi, Afyon Sincanlı Sinan Paşa Camii, Bozöyük Kasım Paşa Camii gibi yapılar da inşa edildi.
Kanuni döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli ve tanınmış mimarı Mimar Sinan da pek çok esere imza attı. Halep Hüsrev Paşa Camii, İstanbul Haseki Külliyesi, İstanbul Şehzade Camii ve Medresesi, Üsküdar Mihrimah Camii, İstanbul Süleymaniye Camii ve Külliyesi, Tekirdağ Rüstem Paşa Camii ve Külliyesi, Silivri Kapı İbrahim Paşa Camii, İstanbul Rüstem Paşa Camii, İstanbul Sinan Paşa Camii, Topkapı Kara Ahmet Paşa Camii ve Külliyesi, Fındıklı Molla Çelebi Camii, Babaeski Semiz Ali Paşa Camii, Büyükçekmece Kanuni Sultan Süleyman Külliyesi ve Köprüsü, Süleymaniye Tekkesi bunlardan en önemlileri arasındadır.
Ciddiyeti, iradesi, ve kendine güveniyle tanınan Kanuni, etraflı düşünür, verdiği emirden asla geri dönmezdi. Kendisine "Kanuni" denmesinin sebebi, yeni kanunlar koymasından değil, mevcut kanunları kayda geçirip, çok sıkı bir şekilde uygulamasından dolayıydı. Batı kaynakları ve tarihçileri de, büyük ve kudretli vasfindan dolayı kendisini “Muhteşem” ve “Büyük” (Magnificent, Magnifique, Der Practige, Grand Turc) gibi isimlerle andılar.
Adaletli bir padişah olarak bilinen Kanuni, Mısır’dan gelen vergiyi fazla bulup, halka zulm ettiği gerekçesiyle Mısır Valisi’ni görevden alması gibi örneklerle bu yönünü ortaya koyuyordu. Avrupa tarihçilerinin Muhteşem Süleyman şeklinde andıkları Kanuni, büyük dedesi Fatih Sultan Mehmed gibi birçok seferde ordusunu bizzat yönetti. Devlet adamı vasıflarının beraberinde, Kanuni aynı zamanda ünlü bir şairdi.
Son seferi olan Macaristan seferinde Zigetvar Kalesi’ni kuşatan Kanuni’nin, 7 Eylül 1566 tarihinde, kuşatma devam ederken ölmesine rağmen kale fethedildi. Kanuni Sultan Süleyman’ın cenazesi Mimar Sinan'a yaptırdığı Süleymaniye Camii'nin avlusundaki türbeye gömüldü. Daha sonra karısı Hürrem Sultan da buraya gömüldü.
II. Selim, Bayezid, Abdullah, Murad, Mehmed, Mahmud, Cihangir, Mustafa adlarında sekiz erkek çocuğu ve Mihrimah Sultan, Raziye Sultan adında da iki kız çocuğu olan Kanuni’den sonra tahta, Hürrem Sultan’dan olan oğlu II. Selim geçti.
[Spy]ByKızılCasus
3 mart 1985 adıyaman/besni dogumlu .Buyudugu adanada ailesının ıflası nedeniyle tekrar adıyaman tasındılar .
.Daha Lise yıllarında oyunculuk karekterı kesfedılıp adana buyuk sehır beledıye tıyatrosuna gırdı .Aynı anda muzıkle ugrasıyordu.Daha sonra çocuklugundan beri elektronık malzemelerle karsı ılgısınden yazılım mekanık mekatronık elektrık elektronık ıle ilgilenmeye basladı.Okula baslamadan yasadıgı sıkıntılardan dolayı bıraktı :D:D
sonra tekrar Karabuk unıversıtesı Safranbolu M.yokulunda turızm okumaya basladı.Tekrar Karabuk unı.beden egt.ogretmenlıgıne gectı..
sonra tekrar Karabuk unıversıtesı Safranbolu M.yokulunda turızm okumaya basladı.Tekrar Karabuk unı.beden egt.ogretmenlıgıne gectı..
Aresın en eskılerındendir.Daha oncekı kurdugu teamlar:
DarkT€am [Dark] Niki:DarkStr€€ts
Süper Dark Team: [Sdt]Dark=Str€€ts
KehaN€t T€aM Niki: ByKahiN
KehaN€t T€aM Niki: ByKahiN
SpyT€am Niki: [Spy]ByKızılCasus
Not:Karizmatik bir insan olduğu fotoğrafından belli...:):)

Derman Sendedir Cafe'nin Yani Aresin En İyi Kanalının Sahibi...
Hüseyin Eker.. Namıdeğer Adalı Eker...
7 eylül 1987 doğumlu Hüseyin Eker şu anda aresteki en güzel kanala sahip insanlardan bir tanesi.Daha değişik bir tabir ile aresteki Türk kanallarının içerisindeki en güzel kanala sahip.Kendisi beni bazen kırsa, üzse, duygulandırsa da kendisine olan sevgimi iyi bilir.Benim için iyi bir dost.Eminim sizler için de bu böyledir... By Hate...
7 eylül 1987 doğumlu Hüseyin Eker şu anda aresteki en güzel kanala sahip insanlardan bir tanesi.Daha değişik bir tabir ile aresteki Türk kanallarının içerisindeki en güzel kanala sahip.Kendisi beni bazen kırsa, üzse, duygulandırsa da kendisine olan sevgimi iyi bilir.Benim için iyi bir dost.Eminim sizler için de bu böyledir... By Hate...

Fatih Sultan Mehmet Han - Biyografi
Fatih Sultan Mehmet ( 12.12.1430)- (15.10.1480)
Yedinci Osmanlı Padişahı ve İstanbul'un Fatihi
Saltanatı: 1451-1481
Babası: II. Murat Han
Annesi: Hatice Alime Hüma Hatun
Doğumu: 30 Mart 1432
Vefatı: 3 Mayıs 1481
Sultan Murat Han, oğlu şehzade Mehmet'i yalnız din ve fen ilimlerinde yüksek bir tahsil yaptırmak ve bir takım kültür dillerine (Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve Sırpça) sahip olarak yetiştirmekle kalmadı. O, bu kudretli ve kabiliyetli şehzadeye tecrübeli devlet adamlarından ve büyük alimlerden müteşekkil yüksek bir muhiti, maddi-manevi bakımlardan devrin en üstün bir ordusunu ve nihayet bütün düşmanlarını ve Haçlı ordularını yere seren rakipsiz ve sağlam bir devleti de miras bırakmıştı.
Bununla beraber 21 yaşında tahta oturan genç Hakan, daha ilk günlerde devleti ve ordusunu daha büyük hamleler yapacak bir kudrete ulaştırdı. Şehzadeliğinden beri bir an önce İstanbul'u fethetmek ve Hazret-i Peygamber'in "Konstantiniyye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir. Bu fethi yapacak hükümdar ne güzel hükümdar ve onun askerleri ne güzel askerdir." müjdesine mashar olmak istiyordu. Bu gaye ile askerî tarihin kaydettiği ilk büyük ateşli silahlar ve toplar ile ordusunu dayanılmaz bir kudret haline getirdi. Ayrıca 1000 yıllık tarihi boyunca bütün muhasaraları muvaffakiyetsizliğe uğratan surları aşmak için seyyar kuleler kurdu. Nihayet 6 Nisan'da başlayan kuşatma, 22 Nisan'da Fatih'in donanmayı Beşiktaş'tan Haliç'e indirmesiyle çok şiddetli bir duruma girdi. 29 Mayıs 1453'te yapılan son taarruzla şehri alarak Ortaçağ'a son verdi.
Beyaz bir at üzerinde ve muhteşem bir alayla Topkapı'dan şehre giren Fatih Sultan Mehmet, doğruca Ayasofya'ya gitti. Kapıya gelince attan inip, secdeye vardı. Mabedi temizletti, tasvirlerden kurtardı ve ilk Cuma namazını orada bütün gazilerin sevinç ve heyecanları içinde kıldı. Daha sonra Ayasofya'nın kıyamete kadar cami kalmasını yazılı vasiyet ve vakıf eyledi.
Fatih Sultan Mehmet bundan sonra, Osmanlı Devleti'ni bir Cihan İmparatorluğu haline getirme ve İslamiyet'i bütün dünyaya yayma mücadelesine girişti. O; "Dünyada tek bir din, tek bir devlet, tek bir padişah ve İstanbul da cihanın payitahtı olmalıdır" diyordu. Nitekim bu gaye ile Fatih kısa zamanda Anadolu'da İsfendiyar, Trabzon, Karaman ve Akkoyunlu memleketlerini ilhak etti. Dulkadir beyliği ile Kırım hanlığını tabiiyeti altına aldı. Yunanistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan (Belgrad hariç), Eflak-Boğdan ve sair ülkeleri fethetti. Birçok krallık, imparatorluk, hanlık ve beylik ortadan kaldırıldı ve Osmanlı toprakları Tuna'dan Fırat'a kadar yayıldı. Anadolu'da milli birlik tesis edildi.
Bu büyük Türk Sultanı 1481 senesi ilkbaharında üç yüz bin kişilik bir ordunun başında olarak yeni bir sefere çıktı. Ancak, Hünkar çayırı denilen mevkide hastalandı ve çok geçmeden 3 Mayıs 1481'de vefat etti. Özel doktoru olan Yahudi dönmesi Yakup Paşa tarafından zehirlendiği de söylenmektedir. Naşı, adına yaptırdığı caminin bahçesine defnedildi. Sonra üzerine türbe yapıldı.
Fatih Sultan Mehmet, ince yüzlü, uzunca boyla, dolgun vücutlu olup, seyrek güler, yüzüne bakıldığında hürmet ve korku telkin ederdi. Her şeyi öğrenmek isteyen zeki bir araştırıcı idi. Harp sanatından çok hoşlanır, yapacağı seferlerden en yakınlarını bile haberdar etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi. "Sırrıma sakalımın bir tek telinin vakıf olduğunu bilsem onu yolar atarım" sözü meşhurdur.
Soğuğa-sıcağa, açlığa-susuzluğa ve yorgunluğa karşı çok dayanıklı idi. Trabzon üzerine çıktığı seferde Zigana dağlarını yaya olarak bin bir müşkilatla geçerken yanında bulunan Uzun Hasan'ın annesi, Sara Hatun; "Ey oğul! Bir Trabzon için bunca zahmet değer mi?" deyince, yüce Hakan; "Bu zahmet din yolunadır, ahirette Allahü tealanın huzuruna varınca inayet ola. Zira elimizde İslam kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur" cevabını verir.
Fatih, büyük ilim, din, kültür ve sanat adamlarını etrafında toplayarak İslam medeniyetine yeni bir hamle verdi ve İstanbul'u devrinde bu medeniyetin ve dünyanın en yüksek bir merkezi halime getirdi. Molla Gürani, Hocazade, Molla Hüsrev, Hızır Bey, Molla Yegan, Ali Kuşçu ve Akşemseddin meclisinin en mühim simaları idi. Devrinde Osmanlı Devleti'nin bütün temel müessese ve teşkilatı en mükemmel bir hale geldi. Zeytinyağı döktürerek insanlık tarihinde "yağla makine soğutmasını", havan topunun balistik hesap ve planını yaparak dik mermi yollu ilk silahı keşfeden de odur. Yine onun devrinde başta İstanbul olmak üzere, imparatorluğun bütün şehirleri cami, mescit, medrese ve sair eserlerle donatılmıştır.
Bunu Böyle Bilesiniz
Fatih Sultan Mehmet Han'ın namaz kılınmasına dikkat edilmesi hususunda Rum vilayetlerine gönderdiği ferman şöyledir: "Allahü teala, emirlerinin yerine getirilmesini bize nasip ve müyesser eylesin. Bu hükümde bildirmek istediğim husus şudur: Rum diyarındaki şehir ve kasabalarda ve buraların köylerinde yaşayan müslüman ahali, İslam dininin emir buyurduğu farzları yapıp, sünnetlerine riayet etmekte, Kelam-ı kadime ve Furkan-ı mecide yani Kur'an-ı kerime, hadis-i şeriflere uymakta gevşeklik gösterip muhalefet ederler imiş. Allahü tealanın "Namazı ikame ediniz:" emrini çiğneyip; "Namaz dinin direğidir. Onu dosdoğru kılan dinini ikame etmiş olur. Terk eden dinini yıkmış olur." hadis-i şerifine uymayıp, tuğyan yoluna sapanlar ve böylece mescit ve camileri viraneye ve harabeye döndürüp, fısk ve fücur, yani günah işlenen yerleri mamur ederler imiş. Bu ve buna benzer haberler bize ulaşıyor. Eğer bunlar doğru ise, emr-i bil ma'ruf ve nehy-i anil münker eylemek üzerime vacip olduğundan, ileri gelen bir adamımı bu iş için vazifelendirdim. O inceleyip takip edecek. Şöyle emir eyledim ki: "Her kim namazı terk ederse, dövülmek ve mali cezaya çarptırılarak ta'zir eylemek meşru olduğundan, İslam dininin emri gereği artık Rum diyarında namazını geçirenler tespit edilip, tamam haklarından gelinsin. Halka namaz kılmaları tenbih edilip, kılmayanlar hakarete uğratılıp teşhir edilsin. Hiç kimse ne olursa olsun bu icraata mani olmaya!.. Rum sancağı beyleri ve kadıları ve subaşıları ve bunların emrindeki diğer memurlar gönderdiğim vazifeliyle bu hususta elbirlik edip yardımcı olalar. Böylece İslamiyet'in yüce ahkâmı, emri ve yasaklarını yerine getirmekte gevşeklik ve tenbelliğe asla meydan verilmeye, Öyle ki, mescitler dolacak, medreseler mamur edilecek ve din-i İslam kuvvetlendirilmiş olacaktır. Böylece müslümanlar refah, huzur ve saadet içinde olup, Padişahın devam-ı devletine ve kudretinin artmasına duacı olacaklardır. Bunu böyle bilesiniz. Alamet-i şerifeme (tuğrama) itimat kılasınız."

Babası: II. Murat Han
Annesi: Hatice Alime Hüma Hatun
Doğumu: 30 Mart 1432
Vefatı: 3 Mayıs 1481
Bununla beraber 21 yaşında tahta oturan genç Hakan, daha ilk günlerde devleti ve ordusunu daha büyük hamleler yapacak bir kudrete ulaştırdı. Şehzadeliğinden beri bir an önce İstanbul'u fethetmek ve Hazret-i Peygamber'in "Konstantiniyye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir. Bu fethi yapacak hükümdar ne güzel hükümdar ve onun askerleri ne güzel askerdir." müjdesine mashar olmak istiyordu. Bu gaye ile askerî tarihin kaydettiği ilk büyük ateşli silahlar ve toplar ile ordusunu dayanılmaz bir kudret haline getirdi. Ayrıca 1000 yıllık tarihi boyunca bütün muhasaraları muvaffakiyetsizliğe uğratan surları aşmak için seyyar kuleler kurdu. Nihayet 6 Nisan'da başlayan kuşatma, 22 Nisan'da Fatih'in donanmayı Beşiktaş'tan Haliç'e indirmesiyle çok şiddetli bir duruma girdi. 29 Mayıs 1453'te yapılan son taarruzla şehri alarak Ortaçağ'a son verdi.
Beyaz bir at üzerinde ve muhteşem bir alayla Topkapı'dan şehre giren Fatih Sultan Mehmet, doğruca Ayasofya'ya gitti. Kapıya gelince attan inip, secdeye vardı. Mabedi temizletti, tasvirlerden kurtardı ve ilk Cuma namazını orada bütün gazilerin sevinç ve heyecanları içinde kıldı. Daha sonra Ayasofya'nın kıyamete kadar cami kalmasını yazılı vasiyet ve vakıf eyledi.
Fatih Sultan Mehmet bundan sonra, Osmanlı Devleti'ni bir Cihan İmparatorluğu haline getirme ve İslamiyet'i bütün dünyaya yayma mücadelesine girişti. O; "Dünyada tek bir din, tek bir devlet, tek bir padişah ve İstanbul da cihanın payitahtı olmalıdır" diyordu. Nitekim bu gaye ile Fatih kısa zamanda Anadolu'da İsfendiyar, Trabzon, Karaman ve Akkoyunlu memleketlerini ilhak etti. Dulkadir beyliği ile Kırım hanlığını tabiiyeti altına aldı. Yunanistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan (Belgrad hariç), Eflak-Boğdan ve sair ülkeleri fethetti. Birçok krallık, imparatorluk, hanlık ve beylik ortadan kaldırıldı ve Osmanlı toprakları Tuna'dan Fırat'a kadar yayıldı. Anadolu'da milli birlik tesis edildi.
Bu büyük Türk Sultanı 1481 senesi ilkbaharında üç yüz bin kişilik bir ordunun başında olarak yeni bir sefere çıktı. Ancak, Hünkar çayırı denilen mevkide hastalandı ve çok geçmeden 3 Mayıs 1481'de vefat etti. Özel doktoru olan Yahudi dönmesi Yakup Paşa tarafından zehirlendiği de söylenmektedir. Naşı, adına yaptırdığı caminin bahçesine defnedildi. Sonra üzerine türbe yapıldı.
Fatih Sultan Mehmet, ince yüzlü, uzunca boyla, dolgun vücutlu olup, seyrek güler, yüzüne bakıldığında hürmet ve korku telkin ederdi. Her şeyi öğrenmek isteyen zeki bir araştırıcı idi. Harp sanatından çok hoşlanır, yapacağı seferlerden en yakınlarını bile haberdar etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi. "Sırrıma sakalımın bir tek telinin vakıf olduğunu bilsem onu yolar atarım" sözü meşhurdur.
Soğuğa-sıcağa, açlığa-susuzluğa ve yorgunluğa karşı çok dayanıklı idi. Trabzon üzerine çıktığı seferde Zigana dağlarını yaya olarak bin bir müşkilatla geçerken yanında bulunan Uzun Hasan'ın annesi, Sara Hatun; "Ey oğul! Bir Trabzon için bunca zahmet değer mi?" deyince, yüce Hakan; "Bu zahmet din yolunadır, ahirette Allahü tealanın huzuruna varınca inayet ola. Zira elimizde İslam kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur" cevabını verir.
Fatih, büyük ilim, din, kültür ve sanat adamlarını etrafında toplayarak İslam medeniyetine yeni bir hamle verdi ve İstanbul'u devrinde bu medeniyetin ve dünyanın en yüksek bir merkezi halime getirdi. Molla Gürani, Hocazade, Molla Hüsrev, Hızır Bey, Molla Yegan, Ali Kuşçu ve Akşemseddin meclisinin en mühim simaları idi. Devrinde Osmanlı Devleti'nin bütün temel müessese ve teşkilatı en mükemmel bir hale geldi. Zeytinyağı döktürerek insanlık tarihinde "yağla makine soğutmasını", havan topunun balistik hesap ve planını yaparak dik mermi yollu ilk silahı keşfeden de odur. Yine onun devrinde başta İstanbul olmak üzere, imparatorluğun bütün şehirleri cami, mescit, medrese ve sair eserlerle donatılmıştır.
Bunu Böyle Bilesiniz
Fatih Sultan Mehmet Han'ın namaz kılınmasına dikkat edilmesi hususunda Rum vilayetlerine gönderdiği ferman şöyledir: "Allahü teala, emirlerinin yerine getirilmesini bize nasip ve müyesser eylesin. Bu hükümde bildirmek istediğim husus şudur: Rum diyarındaki şehir ve kasabalarda ve buraların köylerinde yaşayan müslüman ahali, İslam dininin emir buyurduğu farzları yapıp, sünnetlerine riayet etmekte, Kelam-ı kadime ve Furkan-ı mecide yani Kur'an-ı kerime, hadis-i şeriflere uymakta gevşeklik gösterip muhalefet ederler imiş. Allahü tealanın "Namazı ikame ediniz:" emrini çiğneyip; "Namaz dinin direğidir. Onu dosdoğru kılan dinini ikame etmiş olur. Terk eden dinini yıkmış olur." hadis-i şerifine uymayıp, tuğyan yoluna sapanlar ve böylece mescit ve camileri viraneye ve harabeye döndürüp, fısk ve fücur, yani günah işlenen yerleri mamur ederler imiş. Bu ve buna benzer haberler bize ulaşıyor. Eğer bunlar doğru ise, emr-i bil ma'ruf ve nehy-i anil münker eylemek üzerime vacip olduğundan, ileri gelen bir adamımı bu iş için vazifelendirdim. O inceleyip takip edecek. Şöyle emir eyledim ki: "Her kim namazı terk ederse, dövülmek ve mali cezaya çarptırılarak ta'zir eylemek meşru olduğundan, İslam dininin emri gereği artık Rum diyarında namazını geçirenler tespit edilip, tamam haklarından gelinsin. Halka namaz kılmaları tenbih edilip, kılmayanlar hakarete uğratılıp teşhir edilsin. Hiç kimse ne olursa olsun bu icraata mani olmaya!.. Rum sancağı beyleri ve kadıları ve subaşıları ve bunların emrindeki diğer memurlar gönderdiğim vazifeliyle bu hususta elbirlik edip yardımcı olalar. Böylece İslamiyet'in yüce ahkâmı, emri ve yasaklarını yerine getirmekte gevşeklik ve tenbelliğe asla meydan verilmeye, Öyle ki, mescitler dolacak, medreseler mamur edilecek ve din-i İslam kuvvetlendirilmiş olacaktır. Böylece müslümanlar refah, huzur ve saadet içinde olup, Padişahın devam-ı devletine ve kudretinin artmasına duacı olacaklardır. Bunu böyle bilesiniz. Alamet-i şerifeme (tuğrama) itimat kılasınız."